“Yıldızları içeren, şahane doğa manzarası ya da romantik bir ortam sunan, mutlu aile görüntüleri vb. ile dolu reklamlarda aslında satılan ürünle ilgili bir şey yoktur. Bunun yerine o ürünleri satın alabileceklerin korkuları, fantezileri ve rüyaları vardır.”
Reklamlardan kaçış yok.” Reklamlar her yerde hazır ve nâzırlar. Bizi her an, her yerde “uyarıyorlar”. Hem cezbetmeye dönük, duyularımızı harekete geçirmeye dönük anlamda uyarıyorlar hem de “ikaz etmek” anlamında… Elinizdeki kitap, reklam söyleminin korkuları okşayarak konuşan bu tekinsiz yanını anlatıyor.
Dört koldan risk ve tehdit algısı üretimi, çağımızın ruh haline damgasını vuruyor aslında. Reklamlar, toplamda, bu büyük tehdit algısını estetize ederek yeniden üretiyorlar. Tıp söylemini, nostalji söylemini, ataerkilliği, milliyetçiliği, muhafazakârlığı da yeniden üreterek, bu arada vesayetçi bir uzman otoritesi söylemini de pekiştirerek yapıyorlar bunu.
Reklamlar, “korunma” güvencesinden öte, doğallık, temizlik, saflık, masumiyet ve güzellik vaat ediyorlar. Reklamı yapılan ürünler, somut bir ihtiyacı karşılamaktan öte, insana kendisini iyi hissettirecek, arzu ve hazları gerçek kılacak mucizeler gibi ışıldıyorlar karşımızda. Bir diş macunu, bir şampuan, bir deterjan, bir anda “yakalanacak”, bir anda da elinizden gidiverecek bir mutluluk ışıltısını “temsil” edebiliyor.