“Dünyanın sonu” ya da “kıyamet”, eski zamanlarda
İsrafil’in borusunu öttürmesiyle
başlayıp bir defada olup bitecek tekil bir olaydı.
Şimdiyse “seküler” kıyamet, yani “bizim
dünyamızın sonu”, ağır çekimde, alıştıra alıştıra
gerçekleşiyor.
Bizim kıyametimiz, dünyanın bir felaketten
bir başkasına sürüklendiği ekolojik çöküşün
distopik dünyası. Farklı biçimlere bürünen
bir çoklu krizler, çoklu felaketler zamanı. Zamana
yayılan, farklı bağlam ve koşullarda farklı
biçimlere bürünüp felaketli sonuçlar yaratan bir
“eşitsiz ve bileşik kıyamet” devri.
Sermaye yıkmadan yaratamaz, “yaşayanları da
ölüleri de öldürmeden” gelişemez, büyüyemez.
“Felaket kapitalizmi” sadece afetleri yeni bir
kâr kapısı, bir fırsat olarak değerlendirmekle
kalmaz, aynı zamanda bilfiil felaket üretir, felaketin
ekonomik değeri üzerine bina olur.
Dolayısıyla felaket, “bir başka dünya” mücadelesinin
merkezî bir alanı olmak zorunda. Bu
kıyamet çağında ismine yaraşır her komünizm
artık “felaket komünizmi” olmak durumunda.
Günümüzün komünizmi ister istemez yaşanan
yenilgilere ve daima eli kulağında olan felaketlere
dair keskin bir duyguyla yüklü olacak.
Çağımızın devrimci pratiği, felaket ile normallik
arasındaki yanıltıcı ayrıma dayanarak değil,
kapitalist felaketin içinde, ona karşı ve onu
aşmaya dönük olarak şekillenecek.