Derinlerde bir yerde koca bir kaya vardı da, abilerim ablalarım şuna
bir el atıverelim demek için çıkıyordum dışarı. Tesellisi, telafisi
imkânsız bir arayıştı bu. Ne yapsam ne etsem bir milim bile yerinden
oynatamadan o kayayı, aklımı oynatma noktasına gelmiştim sonunda.
Ana-kız kendimizi kapattığımız bu evde bir canlı cenaze, bir ağır yaralı
olarak yaşamayı maharet saymanın saçmalığına bir son vermek
gerekiyordu artık.
Nohut oda bakla sofa evlerde birbirlerine tahammül etmek
zorunda kalan ana-babalar ve evlatlar. Kuşak farkları. Hayalleriyle
yaşamlarının arasından derin yarıklar geçen talihsizler. Sevdikleri
adamları iki sabun bi lif yıkayıveren huysuz ve tatlı kadınlar. Bir
yazgı gibi yaşadıkları yalnızlıklarından çıkış yolları arayan garipler.
Başkalarının hayatını yaşayan kalbi kırıklar...
Figen Şakacı, Kesekli Tarla ’da, köksüzlüğü, aidiyetsizliği,
iletişimsizliği, hızla akıp giden zamanı, nefreti ve aşkı aynı potada
eriten marazi ilişkileri, kendi ücralarında bir parça mutluluk arayan
insanların öykülerini mizahla örülü hünerli kaleminden anlatıyor.
“Tarla mı kesekli yoksa biz mi yürümeyi bilemedik?”